Bir şehri niye severiz?

Gurbette sıla özlemi çeken herhangi birisine doğduğu memleketi anlatmasını isteseniz, abartısız saatlerce anlatır. Hem de öyle iştahlı anlatır, öyle güzel şeyleri bulur, buluşturur ve bir biri ardına dizer ki, görmediğiniz o şehri seversiniz.
Belki de o sevgi, sizi alır götürür o şehre doğru…
Bir gün bakasınız hayalini kurduğunuz şehirdesiniz ama size anlatıldığı gibi değildir, en azından anlatılanlarla alakası yoktur.
Aslında alakasız olan sizin dinlediğinizle gördüğünüz şehrin farklılığı değil, sizin o şehre ait olmamanızdır…
Aynı soruyu size sorduklarında da, dinleyen için “ütopik” bir şehir görüntüsü ortaya çıkarabilirsiniz…
Buna çeşit çeşit yemeğini eklersiniz, insanlarının güzelliğini koyasınız, tarihi eserlerinin kaç bin yıllık olduğundan ve “ilk” olarak sizin orada bulunduğundan da bahsedersiniz. İlk olması önemli, onun altını birkaç kez çizersiniz…
Doğduğunuz şehirde, sorunlarla boğuşurken, şehrin gürültüsünü çekerken, kirli havasını solurken, düzensizliğiyle boğuşurken haliyle ağzınızdan bal damlamaz.
Ama gurbetteyken veya sizin kentten olmayan birisine veya birilerine şehrinizi anlatıyorken ağzınızdan bal damlar…
Bu sadece sizin için geçerli değil, benim için de geçerli, diğerleri için de geçerlidir.
Çünkü bir şehri şehir yapan yüksek yüksek binaları değildir, parkları değildir, bahçeleri değildir, yüksek katlı plazaları veya devasa alışveriş merkezleri değildir.
Ne denizidir, ne toprağı, ne kaldırımları, ne ağaçları ne de başka bir şeyidir.
Bir şehri şehir yapan, sizi çekenlerdir…
Bir şehri şehir yapan, size ait olmasıdır, hayallerinizi barındırmasıdır ve geleceğe dair kurulan umutlarıdır…
Orası bize aittir, geleneği bizi yansıtır, kültürü bizi tarif eder, toprağın kokusu bile tanıdıktır, ciğerimizin her köşesi havasını bilir, suyunun tadı bulunmaz, onu da iyi bilir.
Gezdiğiniz her yerde, soluduğunuz her nefeste, dinlendiğiniz her köşedeki anılardır orayı sizin için şehir yapan…
Şu köşedeki bakkalın yerine market de yapılsa, o kokuyu alırsınız. Şu köşedeki güzelim bahçeli ev yıkılsa, yerine beton yığını konsa da siz o havayı teneffüs edersiniz. Çünkü siz geçmişini biliyorsunuz, anılarınız var orada, umutlarınız var, hayallerinizi ördünüz her köşede, her bucakta…
Adıyaman’a dair çok hayal kurdum, çok ümit besledim, çok değişiklikler tasarladım, çok proje geliştirdim, çok projenin de üstünü çizdim…
Benim için Adıyaman, küçük dokunuşlarla büyük değişikliklerin yapılabileceği bir şehirdir.
Başta Nemrut Dağı, Cendere Köprüsü, Perre Antik kenti olmak üzere tarihi güzellikleri istemediğin kadar var.
Türkiye’de yeri bilinen iki sahabeden birisi olan Safvan Bin Muattal’ı sinesinde barındıran bir şehir.
Havası, bütün kirletme çabalarına rağmen çok temiz.
Suyu, her köşeden bir başka kaynak eklenmesine rağmen halen çok leziz.
Başına vurup, ekmeğini alanlara rağmen, insanlarımız halen çok hoşgörülü, kendisiyle ve çevresiyle çok barışık.
Kendine has yemekleri, acıyla tatlının harmanlandığı bir damak tadı.
Bir başka yerde aynı lezzeti bulamayacağınız, aynı tadı alamayacağınız bize has kebabı, çiğ köftesi, lahmacunu, tavası, hıtabı, içli köftesi, ekşili köftesi.. ve daha niceleri…
Yemekten sonra ziyafetinize ziyafet katan tatlıları. Mesela kadayıfı, şillik tatlısı, peynirli helvası, topak helvası.. çoğunu başka yerde yiyemez, yeseniz bile aynı lezzeti alamazsınız…
Gurbette olmanın özlemiyle kentimi övmeye kalkışmıyorum. Beton yığınlarını, sürekli değişen kaldırımlarını, üst üste serilen asfaltını, yoksun olunan yatırımlarını övmeye de başlamayacağım.
Adıyaman, benim memleketimdir; doğduğum, büyüdüğüm, her köşesine anılarımı sakladığım, hayallerimi ilmik ilmik ördüğüm, umutlarımı bir bir yeşerttiğim şehirdir.
Sevdiğim bir kenttir; sevdiğimle yaşadığım bir kenttir. Sevdiğim dostlarımın, arkadaşlarımın, akrabalarımın olduğu bir kenttir.
Bir şehri sizin için “vatan” yapan, aslında içindeki “size ait” bildiklerinizdir, sevdiklerinizdir, gördüğünüzde içinizi ferahlatanlardır…
Yoksa hepimiz pılımızı pırtımızı toplar, dünyanın en güzel şehri neredeymiş diye sorup, soruşturup oraya göçeriz…
Ama orası asla “bizim” olmayacaktır, ne kadar kök salarsak salalım.
Çünkü esas şehir, bizim olan, bizi yansıtan, kendimizi tarif eder gibi tarif ettiğimiz şehirdir…
O şehri hep daha güzele, hep daha iyiye, hep daha ileriye dönüştürmek için verdiğimiz her çaba, bizi biraz daha oralı, biraz daha kaygılı, biraz daha sevdalı yapacaktır.
Bir şehri niye severiz, diye sormak kolay ama cevabı çok derindir…

Not: Bu yazı, 23 Şubat 2018 tarihinde Star Gazetesinin Adıyaman ekinde yayınlanmıştır.

Yorumlar