Bir Daha Zor Toparlanırız

Bu defaki deprem, sadece canları almadı.

Sadece insanları yaralamadı. Sadece sakat bırakmadı. Bu deprem, sadece insanları evinden ve yuvasından etmedi. Daha da kötüsü oldu, yurdun dört bir yanında -deyim yerinde ise- çil yavrusu gibi dağılan insanların yeniden toparlanmasını imkânsız hale getirdi. Adıyaman, Hatay ve Kahramanmaraş başta olmak üzere 10 ili derinden etkileyen 6 Şubat tarihli deprem, diğer bütün depremlerden farklıdır.

Farklı olması, elbette şiddeti ve kapsadığı alanla doğrudan ilintilidir. O kadar şiddetli bir deprem ki, neredeyse Adıyaman ve Hatay tamamen yerle bir oldu. Şehir diye bir şey kalmadı. Kahramanmaraş’ın büyük bir bölümü, Gaziantep’in önemli bir kısmı, Malatya’nın, Şanlıurfa’nın, Kilis’in, Osmaniye’nin, Adana’nın, Diyarbakır’ın da bazı kesimleri büyük hasar gördü.

Özellikle Adıyaman, Hatay ve Kahramanmaraş’ın tamamına yakını bu depremden olumsuz anlamda etkilendi. Binaların çoğu ilk depremde yıkıldı, kalanlarsa ikinci depremde. Ayakta kalanların büyük bir çoğunluğu ise kullanılamaz hale geldi. Bir kısmı hemen yıkılacak, bir kısmı daha sonra ama çok az bir kısmı da hafif ve orta hasarlı olarak tamirden geçecek. Bütün bunların dışında yıkılan aslında hayatlardır. Resmi kayıtlara göre bile ölü sayısı 40 bini çok geçti. Bu sayının çok daha fazla olduğunu tahmin etmek zor değil. Yıkılan bina sayısına göre oranladığınızda, korkunç rakamlarla karşılaşmak içten bile değil. En iyimser ifadeyle, “deprem oldu, herkes dışarıya çıktı, ölümler 50 binin altında kaldı” diyebiliriz.

Sadece ölüm değil elbet.

Memleketim Adıyaman özelinden depreme bakarsak, cenazesi olmayan hiçbir ev yok. Birinci derece yakını ölmeyenler neredeyse kendisini şanslı sayacak. Birinci derece olmasa bile ikinci, üçüncü derece yakınlarını saymakla bitiremezler ve elbette dostlar, arkadaşlar, sırdaşlar…

Her köşesinde anıların olduğu caddeler, sokaklar, kuytu köşeler, ağaçlar, sığınılacak limanlar, artık hayallerin ve hülyaların yeşerdiği hiçbir yer yok, hepsi yerle bir… Ne camisi ne binası ne köşesi ne bucağı.. hiç bir şeyin kalmadığı şehirler, yaşanması artık mümkün olmayan beldelere dönüştü. Daha da kötüsü savaştan çıkmış, viran hale gelmiş, kokudan adım atılmayacak bir hale büründü. Savaştan çıkmış bir şehrin mültecilerinin olması da kaçınılmazdır. Çok oldu… Öyle böyle değil, milyonlarca insan yerinden olmuştu, bir de yurdundan oldu. Sadece benim akrabalarım, ülkenin her bir tarafına dağıldı. Bir arkadaşı, bir dostu, bir yakını, oğlu, kızı, annesi, babası, dedesi, ninesi, amcası, dayısı, teyzesi.. sığınabileceği kimi veya kimsesi olan oraya doğru yol aldı. Bazıları da bildiği şehre doğru yelken açtı. Ufukta ne olduğunu hesap etmeden, cebinde parası olup olmadığına bakmadan, sırtında olmayan hırkasına bile aldırmadan yola düştüler.

Üç gün boyunca, dışarıda, soğukta tir tir titreyen, en az 36 saat aç kalan, yağmur suyu içmek zorunda kalan, enkazda yakını çıksın diye hiçbir yere ayrılmayan, dualar eden, feryat figan eden insanlar, bir başlarına kaldıkları anda çözümü kaçmakta buldular, çaresizce…

Şimdi yurdun her tarafında deprem mültecileri var, Ensarlarına sığınmış bir şekilde. Kendilerine geldiklerinde ilk düşünecekleri “Biz nasıl geçineceğiz?” olacak. Memur ve işçiler dönmek zorunda kalsa bile ailesinin döneceği bir evi, bir yuvası, başını sokacağı bir yeri olmayacak. En azından bir yıl boyunca mültecilik hali sürüp gidecek. Esnaflar ve çalışmayanlar ise bu durumdan çok daha fazla etkilenecek. Sığındıkları şehirde çalışmak o kadar kolay olmayacak. Devletin verdiği yardımla geçinmek mümkün olmayacak. Devletin kira yardımıyla, gerçek kira ücreti arasındaki uçurumu denkleştirmek pek de mümkün olmayacak. Ama bir şeyler olacak elbet…

İyi insanlar hiç eksik olmayacak, bütün kötü insanlara rağmen.

Evini bir yıl ücretsiz verenler olacak, devletin desteği, STK’ların ve hayırseverlerin deprem mültecilerine desteğiyle bu süreci atlatmak mümkün olacak ama bir daha toparlanmak mı, işte o biraz zor…

Gidenlerin bir kısmı dönmeyecek.

Dönenler beklediğini bulamayacak ve ülkenin dört bir yanına dağılan deprem mültecileri, o şehrin insanları arasına karışacak. Kimi başaracak kimi başaramayacak ama olan, depremin çil yavrusu gibi dağıttığı insanımıza olacak…

Bu yazı Naif Karabatak tarafından kaleme alınmıştır.

Yorumlar